“Benim Rabbim dünyadaki tüm dirilişlerin ve ölümlerin bir sebebi olan güneşi yaratmış ve her gün bunu bize getirip lütfediyor. Senin de elinden gelirse -ki başka bir güneşi yaratman zaten mümkün değildir- hiç olmazsa aynı güneşin yönünü değiştir, onu batıdan getir de görelim.”Nemrut “Haydi söyle de senin Rabbin güneşi batıdan getirsin” demedi, çünkü bunun manasız bir hezeyan olacağını biliyordu. Nemrut, Allah’a şirk koşuyordu, kendini de topluma sözünü geçirecek bir ilah gibi olduğunu tasavvur ediyordu, fakat kâinatı yaratan bir kudretin varlığını inkâr etmiyordu. Bu sebeple, güneşin doğudan doğması, evrenin nizam ve intizamıyla ilgili bir konu olduğunu, Allah’ın böyle bir düzeni -kendisi istedi diye- bozmayacağını, kıyameti koparmayacağını biliyordu. Böyle bir şeyin olması kendisinin de sonunu getireceğini idrak edemeyecek biri değildi.Kaldı ki, münazarada, münakaşa konusu olan bir şeyin eski konumu “zilyed” olan asıl sahibinde olduğu gibi kabul edilir, o mala sahip çıkmak isteyen kimse ise, onun kendisine ait olduğunu ispat etmek durumundadır. Bizim konumuzda, güneş Allah’ın yarattığı bir mahluk olduğu kabul edilmiş bir realitedir. “Zilyed” tarafı Allah’tır, güneşin zilliyeti milyonlar seneden beri O’na aittir. Öyleyse, güneşi kendine mal etmek, emrinde olduğunu göstermek isteyen taraf olan Nemrut, bunu ispat etmek durumundadır. Bunu ispat etmenin yolu, güneşin mevcut olan konumunu değiştirmek, komutasının güneş tarafından dinlendiğini göstermek zorundadır. Bunu becerememesi ve susup dona kalması, güneşin ve hayatın ve ölüm realitesinin yegâne sahibi Allah olduğunun açık belgesi olmuştur.
"Bunun üzerine o kâfir adam şaşırıp kaldı, söyleyecek söz bulamadı."