Psikoloji, doğrudan ya da dolaylı olarak insan davranışlarını bilimsel yöntem ve tekniklerle inceleyen bilim dalı olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer bilim dallarında olduğu gibi genelleştirmeler üzerinden hareket etme zor(un)luğu içerisindedir. Oysa insan, Jung’un tanımıyla psişe, bizim bilinçle hakim olduğumuz kısmından kat be kat büyüklükte karmaşık bir yapıdır üstelik her kişide apayrı çalışan bir sistematiğe sahip. Böyle olunca, genelleştirmeyle elde edilmiş “yöntemler” fayda etmemektedir.
Yazar ve psikiyatr Luke, bu durumun ümitsizliğini hem hastaların gözleminden hem de bizatihi kendini gözlemleyerek anlamıştır. Bir insan bir çok “ben”den oluşan bir yapıdır. Bu tespit Jung, Gurdjieff gibi ustalar tarafından zaten çoktan yapılmıştı. O halde birçok “ben”den oluşan insan tek kişiymiş gibi davranmayı, stabil bir görüntü çizmeyi nasıl başarıyor? Hepimizin bildiği gibi, bu benlerden bi tanesine patronluk yapma yetkisi veriyor, diğerlerini ise bastırıyor, hatta birçoğu ile tanışmaya bile kalkışmıyor hayatı boyunca. Bastırılan diğer benler ise kişide muhtelf ölçülerde nevrozlara sebep olur. Bu durum hemen dünyadaki tüm insanlar için geçerli ve derecesi hastalık boyutuna varmamış olsa da belli düzeylerde hepimizde mevcut.
Bu durum aynı toplumlardaki azınlık halklarının durumuna benzer, neticede toplum, insanlar topluluğu olduğuna göre, nevroz sorunu neredeyse aynı biçimde arazlar ile görünür hale gelir.
Peki Luke, bu soruna ne çare öneriyor?
Cesareti olanlara önereceğim ve zamanı hiç geçmeyen bir kitap.